Türkiye’de çağdaş heykel sanatının önde gelen isimlerinden biri olan Kazım Karakaya’nın yaşamı ve 1990’lı yılların başından bu yana süregelen sanat pratiğini ele alan “Kazım Karakaya: Heykel İçin Yaşamak” isimli kitap Bozlu Sanat Yayınları’ndan çıktı. Kitabın ilk bölümünde sanatçının yaşamı ve yapıtları hakkında bir okuma sunan Oğuz Erten’in metni, ikinci bölümde ise sanatçı ve yapıtları üzerine kuramsal bir yazı kalemealan Zeynep Sayın’ın metni yer alıyor.Oğuz Erten, Kazım Karakaya ile uzun süre boyunca yaptığı görüşmeler neticesinde kaleme aldığı metinde, Karakaya’nın form dilini oluşturan temel unsurları sanatçının Ankara’da başlayan çocukluk yıllarından, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’ne ve oradan da İstanbul’a uzanan yaşamı ve sanatsal kariyerine referanslar veren biyografik göndermeler eşliğinde okuyucuya sunuyor. Erten, sanatçı için yazdığı kapsamlı metinde araştırma ve çalışmayı her zaman ilk sıraya koyan, düşlerinin peşinden koşarak kendi gerçekliğini yaratan Karakaya’nın kendini keşfetmesi, sanatını bulması, malzeme ayrımı yapmadan ilerlemesi, heykellerinin malzeme ve form olarak ‘dönüşmesi’ üzerinde duruyor.Erten, “Heykel İçin Yaşamak” başlıklı yazısında; “Her attığı adımda, her tanıştığı kişide, her okuduğu kitapta, her yaptığı sergideheykelini bir üst noktaya götürmeye çalışır. Denenmeyeni denemeyi, akla gelmeyeni getirmeyi, zorlukları düşünmeden yapmayı zevkli bir oyun gibi seçer.” sözleriyle Karakaya’nın kavramsal olarak güçlü okumalar sunan yapıtlarının yaratım gücündeki sınırsızlığına değiniyor.Zeynep Sayın ise Kazım Karakaya’nın yapıtlarını eleştirel bir dille analiz ettiği metninde “Tanrının Bildiği Kuldan Saklanmazmış” başlığını kullanarak, sanatçının yapıtları üzerine kuramsal bir okuma sunuyor. Sayın, Karakaya’nın erken dönem işlerinden başlayarak yıllar içinde değişen, dönüşen, uzun süren okuma, araştırma ve çalışmalar sonucunda ortaya çıkan farklı dönemleri üzerinde durarak, okuyucuyu derinlemesine bir düşünme ve sorgulamaya itiyor. Sayın, adeta bir “taş ustası” olan Karakaya’nın malzemeyle kurduğu ilişkiyi şöyle yorumluyor: “…Taşı kaldırdığında milyarlarca yıldır biriktirdiğiyle kaldırıyor, keskiyle doğanın anısını yontuyor, hiçbir zaman ölmemiş olan taşa can veriyor, kendi ölümünü işlerken taşı canlandırıyordu. Yük taşımayan hiçbir şey yoktu, taşı yüklerinden boşaltırken hayata çağırıyor, taşı ona yüklenen anlamsal vaatleriyle (sonsuzluk/ölümsüzlük/anıtkabirler vb.) değil, semptomlarıyla tartıyordu.
Tanıtım Metni