20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri kabul edilen Beckett’in ilk romanı Sıradan Kadınlar Düşü, yazarın iç dünyasını sergileyen otobiyografik bir eser niteliğindedir. St. Petersburg Times tarafından “edebi bir dönüm noktası” olarak tanımlanan roman için Beckett “bütün çılgınca düşüncelerimi içine tıktığım bir sandık” demiştir. Eser yayıncılar tarafından fazla edebi ve riskli bulunduğundan yazarın yaşamı boyunca hiç yayımlanmamış; ancak ölümünden sonra basılmıştır. Hikâyenin başlangıcında; sevgisi, Smeraldina-Rima ve Alba adındaki iki kadın arasında ikiye bölünmüş olan Belacqua “son kez ‘Dublin’e düşmeden’ önce şehvet duygusuyla ve kelime dağarcığının yarattıklarıyla cebelleşmektedir” (The New Yorker). Gençliğe özgü duygulardan ve gözle görülür bir şekilde James Joyce’tan etkilenmiş olan Sıradan Kadınlar Düşü, olağanüstü bir ustalık eseridir. Beckett, sonraki çalışmalarına da damgasını vuran kelime oyunları ve dilinin saflığıyla okuru keyiflendirmenin yanı sıra, edebiyat ve sanat tarihindeki önemli yazarlara ve eserlere, mitolojiye ve daha pek çok kültürel öğeye atıfta bulunmaktadır. SAMUEL BECKETT: İrlandalı romancı, oyun ve senaryo yazarı, öykücü, şair, denemeci ve çevirmen (1906-1989). Protestan bir aileden gelen Beckett, Dublin’in bir banliyösünde doğmuştur. 1927’de Dublin’deki Trinity College’ın Roman Dilleri Bölümü’nden mezun olur. 1928’de Paris’teki École Normalé Supérieure’de İngilizce okutmanı olarak çalışmaya başlar. Burada James Joyce’la tanışır. Joyce’un ileride Finnegan’s Wake adıyla yayımlanacak romanının bir bölümünün Fransızcaya çevrilmesine yardım eder. 1930’da Whoroscope adlı bir şiiri yayımlanır. 1932-1937 yılları arasında Londra’da yaşar. Bu dönemde yazdığı öykülerden oluşan ve Joyce’un etkisini yansıtan More Pricks Than Kicks’de (1934; Aşksız İlişkiler) akıl hastanesinde bakıcı olmasını konu alan Murphy 1938’de Londra’da yayımlanır. 1937’de Paris’e yerleşir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız Direniş’ine katılır. 1942’de Gestapo’dan kurtulmak için Fransa’nın güneyine, Vaucluse’e kaçar. Burada kaldığı iki yıl içinde gündüzleri tarım işçiliği yaparken, geceleri Watt’ı yazar. Savaş sona erdikten sonra Paris’e döner. Bundan sonra yapıtlarını daha yalın yazabildiğini düşündüğü Fransızcada kaleme almaya başlar ve 1946-1950 yılları arasında Molloy (1951), Malone Meurt (1951; Malone Ölüyor) ve L’innomable (1953; Adlandırılamayan) adlı romanlardan oluşan Üçleme’yi tamamlar. Beckett’ın en önemli yapıtları olarak görülen her üç roman da tek bir kişinin çeşitlemeleri denebilecek bir dizi karakter tarafından anlatılır. Anlatıcılar hızlı bir fiziksel çöküş içindedir ve var olduklarının tek kanıtı zihinleridir. Adlandırılamayan’da bu çöküş, anlatıcının bir ağız ve zihne indirgenmesiyle doruğa ulaşır. Beckett’ın pek çok yapıtında olduğu gibi burada da anlatıcı sessizliğe ve hiçliğe tahammül edebilmek için hikâyeler uydurur ve uzun, karmaşık monologlara girer.
Tanıtım Metni