Parmaklarını yabancı bir yüze dokunur gibi ürkekçe aynanın yüzeyine koydu. Alnında, gözaltlarında, yanaklarında, boynunda dolaştırdı ağır ağır. Ne tuhaf bir duyguydu. İnsan ne karmaşık ne akıl almaz bir varlıktı öyle. Sanki dokunduğu yüz gerçekten ona ait değilmiş gibi tuhaf bir duyguya kapılmıştı. Parmakları da öyleydi, sanki bir başkasına aitti, belki ölmüş birine, belki de henüz ölmemiş birine. “Neler saçmalıyorum ben,” dedi. Tepeden tırnağa irkildi. Geriye çekildi. Fakat yine de aynaya bakmaktan alamadı kendisini. Yaklaştı, eğildi aynaya doğru, açık kahve gözbebeklerinin içine baktı. Baktıkça derinleşen dipsiz bir kuyuya benziyordu. Gözlerinde mi yoksa içinde miydi o kuyu? Başını eğmiş de beline kadar sarkmış gibi o kuyu. İçindeki dehlizlerde gezindi, korktu, titredi, dehşete kapıldı. Aklından geçen kötümser düşüncelere engel olamıyordu. Yine Eskisi Gibi, anlatıcı ben’in şimdisi ile Bekir’in romanını yazmaya çalışan Metin’in geçmişi arasında gidip gelen bir kenar mahalle hikayesi. Yoksulluğun ve çaresizliğin günlerin hep aynı sıradanlıkla birbirinin üzerine katlanarak yaşamlarını kapalı bir döngüye mahkûm ettiği insanların hüzünlü hikayesi. Bekir ve Metin’in eskimeyen dostluklarının postmodern kurguyla trajik bir anlatıya dönüştüğü bir ilk roman.
Tanıtım Metni