Türkiye’de din üzerinden yapılan tartışmaların artık bizzat Kur’an’ın ve vahyin mahiyeti tartışmalarına dönüşmesi sevindirici bir durumdur. Çünkü bir hususun mahiyetini, ne’liğini, kökenlerini tartışmadan onun üzerine bina edilen diğer şeylerin tartışmasını sürdürmek anlamsızdır ve boşa kürek çekmektir. Gelenekselci bir Hoca bu tartışmalardan ne kadar üzüntü̈ duyduğunu “Bizim gençliğimizde mezhepler tartışılırdı üzülürdük artık Kur’an da tartışmaya açıldı,” ifadeleriyle açıklamıştı. Üzülecek bir şey yok çünkü̈ Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi “Olan olmalıydı, olacak olan olur, o halde olan olur.” Vahyin mahiyetine dair tartışmalar tüm tarih boyunca yapıldı. Abdülkerim Suruş’un “Muhammed’in Sözü̈” başlığı ile yapılan bir röportajının tercüme edilip yayınlanmasıyla yaklaşık on yıl önce dar bir çevrede bu konu yine tartışılmıştı. Ancak bu yılki tartışmalar, sosyal paylaşım ortamlarının da etkisiyle oldukça geniş bir kesime ulaştı. Ulusal basında bile gündeme geldi. Ancak kötü̈ olan şey bu tartışmaların karşılıklı atışma, kavga, tehdit, tekfir üzerinden yürümesiydi. İşin siyasi erki devreye sokup karşı tarafı yıldırmaya, programlarını engellemeye, diyanetin bir tarafın görüşünü̈ destekleyen açıklamalar yapmasına, hatta ölüm tehditlerine kadar uzaması ise iç karartıcı ve umut kırıcıydı. Diğer yandan Mustafa Öztürk’ün geçmişte dilin şiddetinden faydalanarak kullandığı, muarızlarından hiç de aşağı kalmayan ve karşı tarafı topa tutan, aşağılayan ifadeleri hafızalarda yer ettiği ve Öztürk’ün bazı muhipleri karşı taraf kadar bu yollara tenezzül ettikleri için kör, topal da olsa başlayan bu tartışmalar pek sağlıklı yürüyor gibi görünmüyor ama konunun gündeme gelmesi bile büyük bir kârdır. Tartışmada taraf olanlardan bir kesim, klasik vahiy görüşünü yani Allah’tan lafzı ve manasıyla Cebrail tarafından Peygambere inzalini savunurken, Mustafa Öztürk vahyin manasının Allah’a, lafzının ise Peygambere ait olduğunu iddia etmektedir. Mustafa Öztürk’ün görüşünü̈ kaç kişi savunuyor bilmiyorum ama tarihselci görüşe sahip olmalarına rağmen, bu iki görüşü̈ de benimsemeyenler Mutezili bakıştan esinlenen “Vahiy, Allah’ın Cebrail vasıtası ile Hz. Muhammed’in kalbinde yarattığı manadır. Lafız-mana birliktedir. Mantıken de ayrılamazlar. Cümlelerin faili Allah’tır,” görüşüne sığındılar. Bunlara sorulması gereken soru şu: Peygamberin kalbinde veya sıradan bir insanın kalbinde oluşan yaratılmamış tek bir lafız+mana var mıdır? Eğer yoksa, Peygamberin kalbinde -yani zihninde- yaratılan lafız+manaların bunları Allah’a hamlederek insanlara sunması dışında, diğer insanların zihninde oluşan yaratılmış lafız+manalardan farkını ayırt etmemizi sağlayacak geçerli tek bir delil öne sürmemiz mümkün müdür? Ancak sanırım asıl mesele, bu görüşü̈ savunanların buna sığınarak hem Mustafa Öztürk’ün maruz kaldığı duruma düşmek istememeleri hem de imanlarını sağlama alma çabası olsa gerek. Çünkü̈ gerçekten de iddia sahibinin kendi iddiasından başka, harici bir delille, Peygamberin ağzından çıkan ayetlerin diğer insanların ağızlarından çıkanlardan farklı özel lafız+manalar olduğunu kanıtlayacak elle tutulur hiçbir delil mevcut değil. Sadece inanabilirsiniz. O zaman tartışmak niye! Bunların kendi içinde daha birçok çelişkileri ve tutarsızlıkları mevcutken bu görüşleri spekülasyondan öte neyle niteleyebiliriz ki? Yıl boyunca, bu kitapta bir kısmını paylaştığım görüşlerimi muhtelif platformlarda dile getirdim. Vahiyle ilgili görüşlerimi açıkça dile getirmeye başladıktan sonra birçok geri dönüş almaya başladım. Messenger ve mesaj kutuma her gün akıllarındaki sorular, özel problemler, duydukları şüpheler, inançlarındaki sarsılma yüzünden düştükleri bunalım için çare talepleri, inançlarındaki değişimleri çevrelerine nasıl kabul ettireceklerine dair çözüm arayışları, eski dönemlerine dair pişmanlık ve kızgınlıkları ile nasıl başa çıkacaklarına dair çözüm istekleri, hatta bazen içini dökecek birini bulamadığı için yazılmış onlarca mesaj düşüyor. Bunların tümünü̈ cevaplandırmaya çalışıyorum. Günümün bir-iki saati böyle geçmeye başladı. Mesaj sahiplerinin çoğu, hatta hemen hemen hepsi Facebook’taki paylaşımlarıma açıktan tepki vermeyen kişiler. Ne bir beğeni ne bir kızgınlık ifadesi, ne de bir yorum veya soru… Ama belli ki yazılarımı sıkı bir şekilde takip ediyorlar. Bazılarının arkadaş listemde bile olmaması beni çok şaşırtıyor. Ama dışarıdan yıllardır beni takip edenler varmış. Bunlar sadece radikal İslamcı veya iktidara yakın çevrelerden gelen şahıslar değil. Farklı birçok cemaatten gelen kişiyle yazışıyorum. Mahmutçulardan ve Cübbeli Ahmed’in çevresinden, Nur cemaatinden, hatta Fethullahçılardan bile tanıdıklar var. 15 Temmuz travmasının Fethullahçı çevrelerdeki etkisi bazılarında işi dinin asıllarını sorgulamaya kadar götürmüş. İlahiyat çevresinden veya imam-hatipte okuyanlar ağırlıkta. Hemen hepsi muhafazakâr ailelerden geliyor. Erkekler kadar kadınlar da var. Bunlarla yaptığım yazışmalar bende gizli ve aslında çoğunu da siliyorum. Bu kitabın benim açımdan bir diğer önemi de sık sık karşılaştığım sorulara tüm samimiyetimle verdiğim cevaplar oldu. Bu sorular çoğunlukla şahsımla alakalı sorulardı. Bir dizi cevap yazarak bunları paylaşmıştım. Bu kitaba verdiğim cevaplara dair yazıları da aldım. Amacım tüm açık yürekliliğimle verdiğim bu cevapların dışında zihinlerde tereddütlerin oluşmasını önlemek ve hakkımda yapılan spekülasyonların önüne geçmekti. Ne diyorsam onun dışında bir şey değilim. Bunun böyle bilinmesini ve buna göre kanaat belirtilmesini talep ediyorum. Siyasi veya güncel olaylara dair bazı paylaşımlar yapsam da yıl içindeki çoğu yazım bahsettiğim konular üzerine oldu. Sıralamayı gene tarih sırasına göre yaptım ama devam yazısı niteliğindeki yazıları peş peşe sıraladım. Hamdi Tayfur
Tanıtım Metni