Gelişme ve öğrenme, yaşamın birbirinden ayrılmaz nitelikte iki temel boyutunu oluşturur. Başka bir anlatımla bu iki sözcük, insan yaşamının en özlü anlatımıdır. Yaşam, insanın doğumdan başlayarak ölümüne dek kendi iç dünyasında ve onu çevreleyen dış dünyada yaptığı yolculuğun adıdır. Bu güzel, acılı ve gizemli yolculuk, her zaman daha mutlu ve üretken bir varoluş biçimine ulaşmak amacıyla yapılır.
Ancak yaşam yolcularının tümü, sevgi ve güvene, başka bir deyişle mutluluğa ulaşamazlar. Çünkü çoğu kez yaşam adına bize dayatılan dar görüşlülük, katı kuralcılık ve bencilliktir. Kendi gerçeğimize ve özgün doğamıza yabancılaşmayı tanımlayan bu çürüme süreci, bizi yaşamaktan alıkoyar. Oysa yaşamak, hemen yanımızda masum bir çocuk gülüşü sadeliğiyle, bize göz kırpmaktadır.
Fakat gerçekte çocuksu bir coşku içinde yaşanması gereken yaşamı zorlaştıran, yine insanın kendisidir. İnsan yaşamın en yüce değer olduğunu unutursa, varlığını 'büyük davalara' adar. Yaşamın kendisine adanmamış bir yaşam ise, asla gerçek bir yaşam olamaz.
Kitabı yazarken bilimsel gerçekliği yer yer romansı yer yer şiirsi bir anlatıya dönüştürerek aktarmaya çalıştım. Ya da şöyle diyelim; yüreğimle yazdım, beynimle yazdım... Kendimi yazdım... Veya sizi, yani insanları...